Sanayi Devrimi, nüfusun coğrafi dağılımı...
Sanayi Devrimi, nüfusun coğrafi dağılımında önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Sanayi Devrimiyle birlikte nüfus kentlerde yoğunlaşmıştır. Bilindiği gibi modern yaşam kentsel bir yaşamdır. Kentler, beş bin yıldır toplumsal yaşamın bir parçasıdır. Ne var ki kentsel yaşamın bu denli yaygınlık kazanması, son iki yüz yılın veya Sanayi Devrimi sonrasının bir olgusudur.
Kentleşme; sadece basit bir istatistiksel büyüme olarak algılanamaz. Bu bir kültür ve bilimdir. Kentleşme; bir yaşam biçimidir. Bazı yazarlar, sanayi öncesinin küçük kasabalarına karşın, büyük modern kentlere insanların akmasında, büyük fırsatlar kadar, büyük tehlikeler de gördüler. Aşırı stres ve gerilim yaratan kent, insanlar arasında yaşama karşı sıkıcı ve bıkkın bir tutuma yol açmaktadır. Bireyler kayıtsız kalmaya ve çevrelerinden izole olmaya zorlanmaktadırlar. Bu nedenle kentler, kişinin kendini metropoliten kalabalıkta yalnız hissettiği kadar hiçbir yerde hissetmemesi gibi yapay bir paradoks oluşmaktadır. Bunun yanında kentler, çeşitliliği ve üretkenliği de teşvik etmekte ve en yetenekli insanları kendine çekmektedir.
Pek çok sosyoloğun belirttiği gibi sadece kentler, insanoğlunun tüm potansiyelini açığa çıkarmaktadır. Kentler gelişmenin ve büyümenin kaynağıdır. Fransız sosyolog Durkheim, kentler ilerlemenin tartışmasız merkezleri olduğunu; yeni fikirlerin, modaların, geleneklerin ve yeni ihtiyaçların buralarda geliştirilip tüm ülkeye yayıldığını söylemektedir. Araştırmacıların çoğu, sanayileşme ile birlikte kentlerin bir bütün olarak toplumsal ilişkiler bağlamında yeni bir konuma geçtiğini vurgulamaktadırlar. Sanayi öncesi kentler, tarım denizinde izole olmuş kırsal alanın yiyecek ve emekleriyle beslenen birer ada gibiydiler. Sanayileşme; kent, köy ilişkisini tersine çevirmekte ve kırsal alanları büyük ölçüde kentlere muhtaç hale getirmektedir. Öyle ki tüm politik ve ekonomik güç kentlerde yoğunlaşırken, kırsal alanlar; kentlerde merkezileşmiş tek bir ekonomik sistemin tamamlayıcı bir parçası haline gelmektedir. Artık sanayi ve finans şirketleri, bireylerin yerini alan yeni toprak sahipleridir. Orijinal haliyle turistik veya nostaljik amaçlarla muhafaza edilen yerler dışında, gelişmeler; kırsal yaşamın her boyutunu etkilemektedir. Değerler ve toplumun pratiği temelden değişmektedir.
Kentler, bir bütün olarak sanayi toplumunun bir sembolü ve gerçeği haline gelmiştir. Geçmişte olduğu gibi artık toplumun diğer kesimleriyle mekanik ilişkisi kalmamıştır. Artık kent, bu organik bütünün merkezinde bulunmakta, sanayileşme, merkezileşmiş ilişkiler ağı yaratmakta ve kent, tüm etkilerin kaynaklandığı ve yöneldiği bir düğüm noktası haline gelmektedir. Kent, ekonomik, pratik ve kültürel çerçeve sağlayarak toplum tarzını yönlendirmekte ve standartlarını korumaktadır. Sanayi Devriminin yarattığı en önemli değişikliklerden biride hiç şüphesiz çalışma yaşamında gerçekleşmiştir. Sanayi Devrimi öncesinde üretimin merkezi evdir. Buna bağlı olarak çalışma olgusu da ev yaşamının bir parçasıdır. İnsanlar evlerinde veya tarlalarında ya da eğer zanaatkâr ustaysalar evlerine bitişik küçük işyerlerinde çalışırdı. Merkantilist kapitalizmin yükselişi ile birlikte ortaya çıkan ve işçilerinin ekonomik bağımsızlıklarını kaybetmesine neden olan eve iş verme sisteminde işçiler kendi evlerinde çalışmaktaydı. Bağımsız çiftçiler, zanaatkâr ustalar ve iş verme sisteminin işçileri ev merkezli olarak çalışır ve aile bireylerinin yanlarında çalışırlardı. Ancak on sekizinci yüzyıla gelindiğinde gerçekleşen Sanayi Devrimi modern fabrika sisteminin ortaya çıkmasını sağlamış buna bağlı olarak da iş evden fabrikaya kaymıştır. Bu geçişle birlikle çalışma yaşamı radikal değişikliklere uğramış ve tüm bu değişiklikler başta aile olmak üzere sosyal hayatı büyük bir dönüşüm sürecine sokmuştur.
Sanayi Devrimi sonrası çalışma yaşamı genellikle son derece kötü ve trajiktir. Sanayi Devrimin ilk yıllarında ücretlerinin daha düşük olması ve kolayca disiplin edilebilmeleri nedeniyle işgücünün büyük bir kısmı kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Kadın ve çocukların daha düşük ücret alıyor olması sosyal olarak da kabul edilebilen bir durum olduğu için, istihdamdaki bu durum ortaya çıkmıştır.