Sosyoloji, insanoğlunun Tarım Devriminde...
Sosyoloji, insanoğlunun Tarım Devriminden beri gördüğü en büyük değişim ve dönüşüm süreci olan Sanayi ve Fransız Devrimlerinin hem sonrasında gelişmiş bir bilim dalıdır. Bu iki büyük Devrim, Feodal Toplumsal Düzenin sonunu getirmiş, buna bağlı olarak ekonomik, siyasal ve sosyal düzen çökmüştür. Bunun neticesinde aileden çalışma yaşamına, üretim sürecine, üretim teknolojisine, kentsel yaşamadan laiklik anlayışına, işçi sınıf ve sanayi burjuvası gibi farklı sınıfların doğuşuna kadar her şey büyük bir dönüşüme maruz kalmıştır.
Bu değişim her şeyden önce tarım dayalı toplumların son derce statik olan mevsimsel döngüsünü alt üst etmiş, yerine fabrika sistemi gibi son derece dinamik ve üretimin kesintisiz yirmi dört saat devam ettiği yeni bir iş ritmi ve paranın egemen olduğu istihdam ilişkisi ortaya çıkmıştır. Bu değişimin bedeli son derce ağır olmuş, bu bedeli büyük ölçüde işçiler ve topraklarından sürülen işçiler ödemiştir. Tam anlamıyla bir kaosun ve keşmekeşin hâkim olduğu bir dönemde bu değişimden rahatsız olan pek çoğu muhafazakâr bilim adamları ve akil insanlar bu değişime anlam vermeye çalışmakta ve hatta mümkünse bu değişimi müspet bir yönde yönlendirmenin yollarını aramaktaydı. Nitekim o dönemin doğa bilimlerindeki gelişmenin etkisiyle kimi bilim adamları doğa bilimlerinin yönetmelerinin toplumun incelenmesinde kullanılması halinde mükemmel bir topluma ulaşılacağına inanmaktaydı. Kısaca sosyoloji modern topluma geçişte yaşanan büyük değişim ve dönüşümle yüzleşmenin bir aracı olarak doğuştur.
Yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren bilgi ve iletişim teknolojisinde meydana gelen değişim ve dönüşüme bağlı olarak iki yüz yıl öncekine benzer bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız. Bir kez daha işin niteliği değişmekte, bazı işler bürolardan eve kayarken, pek çok işte otomasyona maruz kalmaktadır. İşin otomasyona maruz kalması veya küreselleşmesi neticesinde işsiz kalan milyonlarca mavi yakalı vasıfsız Fordist üretim işçisi yeni bir iş bulma ümidini kaybetmiş durumdadır. Hizmet sektörünün üretim, istihdam ve katma değer açısından imalat sektörünün yerine almış, büyük bir kısmı güvencesiz, geçici, vasıfsız ve düşük ücretli işler ortaya çıkarmıştır. Erkeğin kazandığı ücret ile artık bir aileyi geçindirmek mümkün olmadığından kadın da çalışma ve emek piyasalarına girmek zorunda kamıştır. Tüm bu gelişmelerin anlaşılması ve anlamlandırabilmesi için sosyolojik analiz için son derece elverişli bir ortam oluşturmaktadır. Bu konular sosyolojinin bir alt dalı olan çalışma sosyolojisinin de ana gündemini oluşturmaktadır.
Toplumları ve insanları incelemeyi amaçlayan sosyoloji, insan davranışlarını ve toplumsal kurumlan bunlar arasındaki ilişikleri inceleyen bir bilim dalıdır. Sosyolojinin en temel prensibi etrafımızda meydan gelen olguların göründüğü gibi olmamasıdır. Sosyolojinin gelişimi ve ilgi alanı modern dünyayı yaratan değişim ve dönüşümler bağlamında incelenmek zorundadır. Büyük sosyal dönüşümlerin meydana geldiği bir çağda yaşamaktayız. Son iki yüz yıl içinde muazzam sosyal dönüşümler meydan gelmiş, sosyal ilişikleri, iktisadi düzeni ve siyasal yapıları altüst etmiştir. Batı Avrupa’da İngiltere’de başlayan ve binlerce yıldır insanoğlunun yaşamını şekillendiren sosyal düzeni ve organizasyon biçimlerini çözülmesine yol açan bu dönüşümler günümüzde küresel düzeyde devam etmektedir. Bu dönüşümün temelinde şüphesiz on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda Batı Avrupa’da meydana gelen ve daha sonra Amerika’ya yayılan iki önemli Devrimde yatmaktadır. İlki bin yediyüz seksen dokuz yılında meydana gelen Fransız devrimidir.
Fransız Devrimi bir dizi spesifik olayın ve günümüzde politik dönüşümün sembolü haline gelmiştir. Fransız Devrimi geçmişte meydana gelen ayaklanmalardan çok farklıydı. Tarihte köylüler feodal beylere karşı zaman zaman ayaklanmıştır. Ancak bu ayaklanmalarda amaç daha çok belli bir yöneticiyi tahtan indirmek yahut da fiyatlarda veya vergiler de indirim sağlamaktı. Fransız Devriminde ise tarihte ilk defa, seküler zihniyet, özgürlük ve eşitlik gibi fikirlerin yönlendirdiği kitleler yerleşik sosyal düzene ve egemen sınıflara başkaldırmış ve politik düzenin parçalanmasıyla neticelenmiştir. Fransız Devrimini gerçekleştirenlerin fikir ve düşüncelerin günümüzde bile sadece az bir kısmı hayata geçirilmesine rağmen bu düşünceler modern tarihin dinamik güçlerini oluşturan bir politik değişim ve dönüşüm atmosferi yaratmıştı. Politik karakteri ne olursa olsun günümüzde demokratik olmadığını ilan eden çok az sayıda devlet kalmıştır. Bu durum insanlık tarihinde tamamen yenidir.