Hukukun merkezinde, bir hukuk süjesi ola...
Hukukun merkezinde, bir hukuk süjesi olarak insan bulunur. Hukuk normlarının muhatabı, ancak insan olabilir. İnsan, muhatap olduğu emir ya da yasak şeklindeki bu normlara uygun davranma yükümlülüğü altındadır. İcrai ya da ihmali bir davranışla söz konusu yükümlülüğün ihlâli, haksızlık teşkil eder.
Suç teşkil eden bir haksızlığın gerçekleşmiş sayılabilmesi için bulunması gereken unsurların neler olduğu, suç teorisinin konusunu oluşturur. Suç teorisinde, suçun yapısı analitik bir incelemeye tâbi tutulmakta ve unsurlarına ayrılmaktadır. Suçun yapısal unsurları; maddi unsur, manevi unsur ve hukuka aykırılık unsurudur. Bunlar, her suçta bulunması gereken zorunlu unsurlardır.
Gerçekleştirilen haksızlık, maddi ve manevi unsurları ihtiva ediyorsa; kanuni tarife uygun bir haksızlıktan söz edilir. Ancak haksızlığın tipik olması, tek başına suçun oluşumu için yeterli değildir. Ayrıca, kanuni tarife uygun bu haksızlığın hukuka aykırı olması, bir başka ifade ile ortada bir hukuka uygunluk sebebinin bulunmaması gerekir. Ortada bir suçun bulunması, failin cezalandırılabileceği anlamına gelmez. Fail hakkında ceza yaptırımının uygulanabilmesi için, failin suç teşkil eden haksızlık dolayısıyla kusurlu sayılabilmesi gerekir. Fail, ancak kusurlu ise cezalandırılabilir. Şayet fail somut olayda kusurlu addedilemiyor ise, cezalandırılması da mümkün değildir. Dolayısıyla, haksızlığın yapısal unsurlarının gerçekleştiğinin belirlenmesinden sonra, fail hakkında kusurlulukla ilgili bir değerlendirme yapılması gerekir. Belirtilmek gerekir ki, kusurluluk haksızlığın yapısal bir unsuru olmayıp; haksızlığın varlığının tespitinden sonraki aşamada, failin cezalandırılabilmesi için fail hakkında bulunulan bir yargıdan ibarettir.
Ceza hukuku sorumluluğunun doğumu açısından, haksızlığın yapısal unsurlarının gerçekleşmesi ve failin gerçekleştirmiş olduğu haksızlık dolayısıyla kusurlu addedilmesi, kural olarak yeterlidir. Ancak bazı suçlarda, failin cezalandırılabilmesi için, bunların dışında kalan bir takım şartların gerçekleşmesi de aranabilmektedir. Bunlardan bir kısmı, failin cezalandırılabilmesi için gerçekleşmesi gereken şartlardır. Bir kısmı ise, failin cezalandırılabilmesi için bulunmaması gereken şartlardır. Failin işlemiş olduğu haksızlıktan dolayı cezalandırılabilmesi için gerçekleşmesi gereken, varlığı aranacak olan olgulara objektif cezalandırılabilme şartları denilmektedir. Ceza siyaseti gerekçeleriyle bazı suçlarda failin cezalandırılabilmesi için haksızlığın ve kusurun unsurlarının gerçekleşmesi yeterli görülmemiş, bunlara ilave olarak bazı şartların gerçekleşmesi aranmıştır. Objektif nitelikli olan bu şartlar gerçekleşmedikçe failin cezalandırılması mümkün değildir. Örneğin, görevi kötüye kullanma suçu, bir kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı davranmasıyla birlikte oluşur. Ancak kamu görevlisinin bu suçtan dolayı cezalandırılabilmesi için, görevinin gereklerine aykırı davranması nedeniyle kamunun zararına veya kişilerin mağduriyetine sebebiyet vermiş olması ya da üçüncü kişilere haksız bir menfaat sağlamış olması gerekmektedir.
Şahsi cezasızlık sebepleri veya cezayı kaldıran şahsi sebepler ise, işlenen haksızlıktan dolayı failin cezalandırılabilmesi için bulunmaması gereken olgulardır. Örneğin, belli yakınlıktaki akrabalık, hırsızlık suçunda failin cezalandırılmasına engel olan şahsi cezasızlık sebebini oluşturmaktadır. Gönüllü vazgeçme ise, cezayı kaldıran şahsi sebeptir.
Fiil, kişinin iradesiyle hâkim olduğu, belli bir amaca yönelik olarak dış dünyada gerçekleştirdiği davranıştır. Fiil, her suçta bulunması gereken zorunlu bir unsurdur; fiilsiz suç olmaz. İnsan davranışına fiil niteliğini kazandıran, bunun bir irade ürünü olması ve belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilmesidir.
Fiil niteliğini taşıyan insan davranışının bir özelliği, bunun irade ürünü olmasıdır. Ancak bu irade, kusurluluk ve dolayısıyla sorumluluk için aranan irade ile aynı değildir. Bu itibarla, cebir veya tehdide maruz kalan kişinin davranışı da fiil olarak nitelendirilir. Burada, zorlanmış da olsa kişiye yüklenebilen bir irade vardır. İradenin mutlak şekilde devre dışı kaldığı durumlarda, fiilden söz edilemez. Örneğin, refleks hareketleri, fiil niteliği taşımaz. Refleks, iradi etkileşim olmaksızın vücudun gösterdiği reaksiyondur.
Yine, sara hastası olan kişinin nöbet halinde iken gerçekleştirdiği davranışlar, iradilik unsurundan yoksun olduğu için fiil değildir. Fiilden söz edilebilmesi için, davranışı gerçekleştiren kişinin kusur yeteneğine sahip olması gerekmez. Bu nedenle, kusur yeteneğine sahip olmayan yaş küçükleri ve akıl hastalarının davranışları da fiil özelliği taşır.
Fiil, mutlaka dış dünyada görünümü olan bir insan davranışıdır. Bu nedenle, salt düşünce cezalandırılmaz. Bununla birlikte, düşüncenin sözle ya da herhangi bir şekilde dış dünyada ifade edilmesi fiildir. Bu itibarla, insanların suç işlemeye alenen tahrik edilmesi, toplum kesimlerinin birbirlerine karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik edilmesi, kişilerin şeref ve haysiyetine saldırı oluşturan sözler söylenmesi hallerinde, ceza hukuku anlamında bir fiil mevcuttur.
Fiil niteliğini taşıyan insan davranışının diğer bir özelliği de, belirli bir amaca yönelik olmasıdır. Fiil, belirli bir amaca yönelen, iradi insan davranışını ifade eder. Gerek kasten gerek taksirle işlenen suçlarda, failin davranışı daima bir amaca yöneliktir. Kasten işlenen suçlarda; failin iradesi, suç teşkil eden bir haksızlığı gerçekleştirmeye yöneliktir. Örneğin, hasmına öldürmek amacıyla silahla ateş eden kişi, hukukun yasakladığı bir hususu gerçekleştirme iradesi ve amacıyla hareket etmektedir.
Taksirle işlenen suçlarda ise; failin iradesi hukuken önem taşımayan bir neticeye yöneliktir. Ancak, fail, dikkat ve özen yükümlülüğü altındadır. Failin kendisine yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması, hukuken önem taşıyan bir başka neticenin gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Örneğin, dolu bir silahı temizlerken karşısındakinin ölümüne sebebiyet veren kişi, amaca yönelik bir hareketle, amaca uymayan bir neticeye sebebiyet vermektedir. Burada, failin amacı silahın temizlenmesidir. Söz konusu amaca yönelik olarak gerçekleştirilen hareket, kişinin dikkat ve özen yükümüne aykırı hareket etmesi nedeniyle olması gerektiği gibi sonlandırılamamakta; hukuken önem arz eden başka bir neticenin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.