Hukuk devleti anlayışı, tarihsel olarak...
Hukuk devleti anlayışı, tarihsel olarak sırasıyla mülk devleti ve polis devleti anlayışlarından sonra ortaya çıkmıştır. Hukuk devleti, daha kapsayıcı bir ifade ile insan hak ve hürriyetlerini güvence altına almak ve bunları geliştirmek üzere, yönetilenlerin haklarını aramalarının önündeki tüm kısıtlamaları kaldıran, demokratik, eşit ve adaletli bir düzen içerisinde otoriteyi insanların özgürlüğü lehine sınırlandıran, hukukla ve hukukun genel ilkeleriyle bağlı olan devlet olarak tanımlanır. Hukuk devleti, esas olarak devletin yetkilerini hukuk çerçevesinde kullanmasını sağlamayı ve bunu gerçekleştirirken de her şart ve durumda insan haklarına saygılı olmayı gerektirir. Hukuk devleti, kişilerin güvenlik ihtiyaçlarına somut olarak getirdiği hukuk ilke ve kurumlarına karşılık gelir.
Anayasamızın ikinci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasa Mahkemesi de bir kararında hukuk devletini, insan haklarına saygılı ve hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekte kendisini yükümlü gören, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir şeklinde tanımlamıştır.
Bugün birçok anayasanın bir ilke olarak benimsediği hukuk devleti kavramı, demokrasinin ayrılmaz bir unsuru olarak kabul edilmiştir. Buna göre fertlerin vazgeçilmez, hiçbir şahıs ve kurum tarafından çiğnenemez, ihlal edilemez temel hak ve hürriyetleri vardır. Fertler gibi devlet de bütün faaliyetlerinde hukuka tabi olacak, gücüne dayanarak fertlerin hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırmak yahut sınırlamak bir yana, bunları korumakla yükümlü bulunacaktır.
Devletin hukuka tabi olması, hukuk karşısında fert ile eşit durumda bulunmasını ifade etmektedir. Bu ise ferdin, gerektiğinde devlete karşı da korunacağını göstermektedir. Hukuk devleti kavramının tarihsel gelişimine bakıldığında hukuk devleti anlayışı birden ortaya çıkmamıştır. Orta Çağ'da mülk devlet anlayışı vardı. Daha sonra polis devleti ve hazine teorisi anlayışları ortaya çıkmıştır. Orta Çağ'da hakim olan mülk devlet anlayışına göre devlet, kralın kişisel mülkü olarak kabul edilmekteydi. Feodal sistemde kral, ülkenin en büyük toprak sahibi durumundaydı. Ülke adeta kralın çiftliği durumundaydı.